Oyuncak bir uçaktan 5,5 tonluk dev bir uçağa giden yolculuk!

Dünyada bir hayali olmayanlar, bir hayalin peşinden koş­mayanlar ve rüyalarını süsleyen bir tutkusu olmayanlar gerçekten yaşıyor mu? Geleceği inşa etmek, yarınları hayal edebilmekle başlar. Ya­rınları düşünmeyenlerin veya düşünemeyenlerin asla ve asla bir yarınları olmaz. Yarınlara rengini verenler, bugünden hayalini kurabilenlerdir. Hayallerin de elbette kanatları var. Bir uçağın iki kanadı gibi..

Kanatları olmayan bir kuş uçabilir mi? İşte hayallerimizi de uçuran iki kanat: Sarsılmaz bir inanç ve bilgiye dayalı disiplinli bir çalışma.

Bugün vatanımızın göklerinde bir bayrak gibi dalgalanan ve ülkemizin emniyetini korumak için gece gündüz görev yapan insansız hava uçakları (İHA) önce bir hayaldi. Gelin, küçücük bir hayalin nasıl 5,5 tonluk dev bir uçağa dönüştüğünü görelim.

Mühendis bir ailenin evladıydı. Annesi de babası da ilme, öğrenmeye meraklıydı. Tek arzuları evlatlarının da mühendis olarak ülkesine hayırlı bir evlat olmasıydı.

Her şey babasının onu, pilotluk kursuna götürmesiyle başladı. İlk kez orada gördü uçakları, pilotları…

Nasıl da kuş gibi süzülüyorlardı göklerde? Nasıl da özgürlerdi masmavi gökte? Ben de uçabilir miyim derken uçak deneyimini ilk kez sevgili babasıyla yaşadı. O da kuşlar gibi uçuyordu bulutların üstünde. Küçücük kalbi pır pır çarpıyordu küçük bir kuşun kalbi gibi. İşte ilk deneyim, sanki dudağına çalınmış bir parmak bal gibiydi. Tatmıştı bir kere bu güzel duyguyu:

“Ben de bir gün uçak yapacağım. Bir gün ben de pilot olacağım. Bir kartal gibi süzüleceğim gökyüzünde.” Vermişti kararını ve kurmuştu hayalini o ilk uçuşta. Babası sanki sevgili oğlunun bu hayalini bilmişçesine ona maket uçaklar alıyordu. Her maket uçağı tamamladığında kendisini uçağın pilotu gibi hayal ediyor, hayalinin ufuklarında uçuyor, uçuyordu…

Uçak yapmak hatta robot uçaklar yapmak, pilot olmak çocukluk sevdasıydı. Adeta o sevda ile tutuşmuştu ruhu. Küçüklükten itibaren bilgisayarda programlar yapıyor, onları geliştiriyordu. Bundan dolayı çocukluktan itibaren robotiğe, yazılım ve kodlamaya, uçaklara olan ilgisi derslerinde pür dikkat olmasını sağlıyordu. Seviyordu matematiği çünkü matematik onu uçak yapımına bir kanat gibi taşıyacaktı. Bütün derslerde başarı bakımından ilklerdendi çünkü onun gökleri süsleyen bir hayali vardı.

“En önemlisi ise lisedeki eğitimi, üniversite tercihi, üniversite sonrası eğitimi, okumaları, araştırmaları hep bir hedef doğrultusunda idi. Bütün yeteneğini, vaktini, ilgi­sini kendisini tutuşturan hedefi üzerinde toplayabilmişti çünkü o gönlünde yatan aslanı keşfetmişti.

Hedefine o kadar tutkuyla bağlıydı ki gece gündüz üniversite sınavı için çalışırken diğer taraftan da model uçaklarla uğraşmak­tan kendini alamıyordu. Sürekli hayalindeki uçağı tasarlamak ve uçurmakla meşguldü. Şu cümleleri, kendisini çok iyi tanımlıyor aslında:

“Model uçaklarla büyüyordum. Kırıyordum, döküyordum tekrar topluyordum. Sınav zamanı bile model uçaklarla uğraşıyordum kimi zaman. Hatta annem veya babam, beni yakalayacakları zaman onları yatağımın altına gizliyordum. Tabii çoğu zaman gizlemede başarılı olamıyordum. Bu işi seviyordum bazen sabahlara kadar gözlerime uyku girmiyordu. Zaten rüyasını görmediğin işte ba­şarılı olamazsın ki…”

Uçak yapma ve pilot olma hayalleri ile tutuşuyordu ama bu sadece ham bir hayal veya öylesine zaman öldürmek için kurulan pembe hayallerden değildi. Bu hayali gerçekleştirmenin yolunun eğitimden, derinliğine öğrenmekten geçtiğini çok iyi biliyordu. Diğer yandan gireceği üniversite sınavı için canla başla, büyük bir heyecanla çalışıyordu. Şu cümleler hedefine nasıl bir tutkuyla bağlandığını göstermektedir: “Hayallerimi o kadar derinliğine yaşıyordum ki üniversite sınavına defalarca girdiğimi rüyalarımda görüyordum. Rüyalarımda bile matematik, fizik sorularıyla boğu­şuyordum. Bazı günler çalışmaktan yorulunca model uçaklar, biricik arkadaşım oluyordu.”

İçindeki aslanı kükretmek için önce İstanbul Teknik Üniversitesini başarıyla bitirir. Ardından burslu olarak Amerika’ya gider, orada yüksek lisans ve doktorasını yapar. İlgisi, sevgisi ve bütün çalışmaları çocukluğundaki hayal üzerinedir. Hedefine ulaşmak için azimle çalışır çünkü azim ve disiplinle üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk yoktur. İnsansız hava uçakları üzerine yapmış olduğu proje çok takdir edilir. Amerika’da kalması ve orada çalışmalarını sürdürmesi için her türlü kolaylık tanınır ancak onun gönlünde vatanı vardır. Hayalleri, umudu, duası hep ülkesine ve milletine dairdir, sadece ülkesinin semalarını süsleyecektir hayalleri. Sadece bu aşk, bu sevdayla tutuşmuştur.

Hatta Amerika’da insansız hava uçakları üzerine projeleri gerçekleştirirken “Neden bizim ülkemizde de bu çalışmalar olmasın, onlar ileri teknoloji ile yükselirken biz neden geri kalalım? Biz neden yapmayalım?” diyerek eğitimini ve araştırmalarını bir an önce tamamlayarak ülkesine döner. İnsansız hava araçları (İHA) üzerine babası ve kardeşleriyle çalışmalara başlar.

Ve artık hayalindeki uçağı yapma zamanı gelmiştir. 1990’lı yıllar, terör saldırılarının arttığı yıllardır. O yıllardan itibaren iHA’lara ih­tiyaç duyulmaktadır. İlk önce Amerika’dan sonra İsrail’den İHA’lar alınır ancak yazılımı, üretimi yerli ve milli olmadığı için sorunlar yaşanır. İthal edilen İHA’lar ülkenin ihtiyacını tam görmez. Ak­sine milyonlarca paramız da boşuna gider. Zaten bir malzeme tam senin değilse kontrolü de tam olarak senin elinde olmaz. Özellikle İsrail’den alınan İHA’lar yazılım onların olduğu için bilgi ve görüntüleri onlarla da paylaşıyordu. Bu elbette ülkemizin ve askerimizin güvenliği için büyük bir tehditti. Bir an önce yerli ve milli savunma sistemlerinin geliştirilmesi gerekiyordu.

Bir gün Şırnak’taki terör saldırılarına teknolojik bir çare arayan Tugay Komutanı (Şehit) Yarbay Melih Gülova’yı ziyaret ederler. O ziyaret esnasında şehit yarbayımız onlara, şehitlerin kanlarını gösterir. Vatan için, şehitler olmaması için bir teknolojik çarenin olmazsa olmaz olduğunu söyler. Bunun üzerine baba ve oğul Şırnak’ta, Gabar Dağı’nın eteklerine bir atölye kurarlar ve üç yıl aralıksız çalışırlar. Bu fedakârca çalışmaların sonucu da Bayraktar Gözcü Mini İHA olur. Kendisi küçücük olsa da uçtuğu arazide, gece gündüz gözcülük yaparak ortaya koyduğu işler kocamandır. Askerlerimizin gökyüzündeki, dağlardaki ve uzaklardaki gözüdür adeta. Ardından Malazgirt İHA, ANKA, BAYRAKTAR VE AKINCI İHA ve SİHA göklerimizi süsler. Askerlerimize kalkan ve vatanın gözcüsüdür onlar.

2007 5,5 kg ile başlayan ilk İHA yolculuğu, AKINCI İHA’yı yaptıklarında 5,5 tonluk ağırlığı bulacaktır. Hani derler ya, o koskocaman çınar da bir zamanlar küçücük bir tohumdu. Sizlerin de gönlünde yeşerecek tohumlar varsa hikâyeyi okumaya dikkatlice devam edin.

Üretilen İHA ve SİHA’lar ülkemizin istiklali ve güvenliği için bugün ülkemizde her alanda kullanılıyor. Orman yangınlarında, deprem ve sel gibi afetlerle birlikte askeri operasyonlarda sıklıkla kullanılmaya devam ediliyor. En son Suriye topraklarından gelecek terör saldırılarını önlemek için askeri harekatta kullandığımızda Amerika basınında önemli bir haber olarak verilir:

“Uzaktan kontrol edilen onlarca insansız hava aracı, Suriye üstlerini, kimyasal savaş depolarını ve savaş uçaklarını vurdu.”

Avrupalı siyaset bilimci, Selçuk Bayraktar’ın bu üstün başarısından dolayı şunları söylemekten kendini alamayacaktı.

“Ortadoğu’nun kaderini değiştiren adam…” (Bruno Maçaes)

Dün yaptıklarıyla yetinenlerin asla parlak bir yarını olamaz. Zaman durma zamanı değildi. Selçuk Bayraktar ve ekibinin İHA ve SİHA’lardan sonra hedefi ise insansız savaş uçağımızı ve uçan arabamızı gün yüzüne ve gökyüzüne çıkarmaktır.

Medeniyet tarihimiz o kadar zengindir ki dostlar, sadece dünyaya matematik alanında yaptığımız katkıları, geri alma imkânımız olsaydı bugün Amerika ve Avrupa’da bir medeniyetten söz edilemezdi. Selçuk Bayraktar, medeniyet tarihimizin zenginliğini ve büyüklüğünü hem hatırlatmak hem de ilham kaynağını göstermek için uçan arabanın isminde çok titiz davranır. Bütün çalışmalarında kendisine rol model aldığı kişi, yaklaşık 1000 yıl önce robotlar yaparak robotiğin temelini atan Cezeri’dir. Robotik biliminin kurucusu sayılan bilim insanımızın ismini, hem bir vefa borcu hem de yetişen yeni nesle medeniyetimizin ihtişamını hatırlatmak adına uçan arabaya isim olarak verir: “CEZERİ”.

Uçan milli arabamız 2030’lu yıllarda inşallah semalarımızı süsleyecektir.

Selçuk Bayraktar, gece gündüz çalışmalarınını sürdürür. Bazı günler ekibiyle birlikte projelerini hayata geçirmek için neredeyse 20 saat çalışır ancak hayat sürprizlerle doludur. Bazen durmak veya yavaşlamak gerekebilir. Dünyayı Covid-19 virüs süreci sardığında ülkemizde ve dünyada solunum cihazı ihtiyacı söz konusu olur. Paydaş kurumlarla milli bir seferberlik ilan edilir.

“Biz ne yapabiliriz?” diye düşünmeye başlarlar. Sabahlara kadar uykusuz kalırlar, büyük bir azimle çalışırlar. Nihayetinde dünyanın süper güçlerinin başaramadığını kısa sürede başarırlar. Solunum cihazlarını kısa zamanda üreterek hastanelere teslim ederler. Hatta ülkemiz, ihtiyacı olan ülkelere solunum cihazlarından üreterek hediye eder.

“Bir çiçekle bahar gelmez.” diyenlere inat “Ama her bahar, bir çiçekle başlar.” İlkesiyle hareket eden Selçuk Bayraktar, ülkemizin her tarafına bilgi ve teknoloji baharının gelmesi ve yeni fidanların yetişmesi için Türkiye Teknoloji Takımı’nı (T3 Vakfı) kurar. Oradan eğitim almış eğitmenlerle öğrencilerin robotik, yazılım ve kodlama alanında yetişebilmesi için birçok yerde DENEYAP atölyeleri açar. Bu atölyelerde matematik ve fen bilimlerinin hayat bulmasını görür çocuklar. Ekip olarak proje yapmayı öğrenirler. On binlerce öğrenci eğitim alır, gelecek adına umut olurlar.

Teknolojinin, toplumun her kesiminde farkındalık uyandırması için Türkiye Geneli Teknoloji Festivali (TEKNOFEST) düzenler. Yılda bir kere düzenlenen bu festivale neredeyse bütün yıl titizlikle hazırlanılır. Bu festivale ülkemizden ve başka ülkelerden yüz binlerce kişi katılır.

Evet, bir çiçekle bahar gelmez, yeni Selçuk Bayraktarların da yetişmesi gerekir. Şunu çok iyi biliyoruz ki dünyaya bilim, medeniyet ve insanlık dağıtan bu aziz millet, o eski ihtişamlı günlerine yüce Allah’ın izniyle yeniden doğacak ve bu fedakârca çalışmalarla tekrar medeniyet ufkunda yükselecektir.

Genç yaşta başarılarıyla ve ortaya koyduğu eserlerle “Biz bir şey yapamayız, bizden bir şey çıkmaz.” algısını yerle bir eden bir başarı hikâyesidir, Selçuk Bayraktar.

Elbette her başarının ardında nice zorluklar, görmediğimiz nice engellemeler vardır. İçeriden ve dışarıdan ülkemizin kalkınmasını istemeyenler mutlaka olacaktır. İlk uçak fabrikası açan ve uçak üreten ülkelerden biriydik aslında. 1926’da uçak fabrikamız açıl­mıştı Kayseri’de. Daha sonra çeşitli oyun ve entrikalarla kapatıldı. İlk ürettiğimiz yerli ve milli arabalarımızdan Avrupalıların sinsi planlarıyla vazgeçildi.

“Biz size araba da uçak da veririz. Neden bu işlerle uğraşasınız ki… Siz tarımla uğraşın sadece. Araba yapmak neyinize gerek…” denilerek ya kandırdılar ya da engel oldular. Böylece ülkenin yüz yılı, emeği, sermayesi ve en önemlisi umudu heba olup gitti.

Selçuk Bayraktar’ın ifadesiyle insansız hava uçağımızı da engelleme­ ye çalıştılar. Bazen uçakların uçuş ve iniş yapacağı pisti yasakladılar. Ba­zen de pes etme­leri, vazgeçmeleri için bürokratik en­geller çıkardılar.

Peki, vazgeçecekler miydi?

Asla!

Çünkü nereye gideceğini bilen, mutlaka bir yol bulurdu. Yol yoksa da arkadan gelenler için yol olunurdu. Evet, onlar da engel­lenmek istendi. Onlar da gün oldu acaba vazgeçsek mi, dediler. İşte tam da yıldıklarında ve umutları tükenmeye başladığında kendilerine can olan bir vasiyet ile yeniden yola koyuldular. Selçuk Bayraktar ve kardeşlerinin işlerine sımsıkı sarılmalarının altında önemli bir uyarı yatıyor aslında. Ne zaman yorulsalar ve dinlenmek isteseler annelerinin uyarısıyla yeniden can bulurlar. Neydi annelerinin uyarısı?

 

“Evlatlarım, gece gündüz uğraştığınız bu teknolojiyi, insansız hava araçlarını tamamlayıp askerimizin, devletimizin hizmetine sunmazsanız size sütümü helal etmem.”

Çünkü o anneydi, anaydı, Anadolu’ydu. Çünkü toprağa düşen her şehit kanı, anaların da yüreğine düşüyordu. Bundandır işte toprağımızın adı, Anadolu!

Böyle bir nasihat olur da anneden, durulur mu? Vatanın istiklali ve istikbali söz konusu olur da umudunu kaybetmek olur mu?

 

 

“Hiç yorulmuyor musunuz gece gündüz İHA ve SiHA’larla meşgulsünüz diye sorduğumda

Yunus Emre’nin hocası Tapduk Emre’nin sözüyle cevap verdi:

“Aşk ile yürüyen, sırtında dünyayı taşır. Aşksız yürüyen beden, bir ceset taşır.” “Bizim vatanımıza ve milletimize aşkımız var.”

Öyle ya aşkla çalışan yorulmazdı. Gül bahçesini sulayan su, yorulur mu hiç?

“Hangi mesleği öğrencilere tavsiye edersiniz?” diye sorduğumuzda da:

“Hangi üniversiteyi, hangi alanı okuduğumuzun aslında çok da bir önemi yok. Önemli olan nedir biliyor musunuz?

Öğrenci kardeşlerimizin içindeki aslanı keşfetmeleri… Rüyalarını süsleyen hayallerin peşinden gidebilmeleri… Öyle yaptıkları zaman hem hayatlarına bir anlam katmış olurlar hem de hayatları boyunca hiç yorulmazlar.”

Nedir başarının sırrı diye sorduğumda ise:

“Önce bir hayalin olmalı, öylesine bir hayal değil elbette. Proje gibi bir hayal… Sonra tutuşacaksın bilgiyle ve dertleneceksin ülkenle ve biraz da deli olacaksın yani gözü kara…” Son söz olarak sevdiği bir sözü paylaşmasını istedim kendisinden:

“Yarını yakalayanlar, bugünden yarına hazırlık yapanlardır.” diyen Selçuk Bayraktar; ruhunu yaptığı işe koyan ve kendini ülkesine adayan her çocuğun bu ülke için faydalı olması anlamında potansiyelini açığa çıkarmasına fırsatlar ve imkanlar sunan aynı zamanda çocuklara rol model olan ve çağı yakalayarak ülkeyi ve ufkumuzu çağın ötesine taşımış milli bir kahramandır.

 

Bu yazı, milli teknolojik kalkınmanın bayraktarlığını yapan Sayın Selçuk Bayraktar’ın hikâyesidir.

Ve hikâye hâlâ devam etmektedir…

Şu bilinmelidir ki kıymetli dostlarım:

Ülküsü; milleti olanın gönlü, milleti kadar büyüktür.

Ömrünü vatanın geleceğine adayanlar; kendi milletinin gönlünde, vatanları durdukça unutulmayacaktır. 

 

“Bu engin gönlünüzdeki aşk, cennet ülkemin bütün tazecik gönüllerine düşmesi dileği ve duasıyla…”

A.Hakan Başaran

“Potansiyelini Keşfet -1”     Kitabından Syf. 7-19